Dünyanın en güzel bozkır kenti
Buralarda karamsar aralık ayı, bir noel tutturmuş ki insanoğlu!
yeni ortak şiirler mi yazılıyor?
Ankara düştü usuma
Ankara`da hareketli bir akşam üstü, caddelerde tatlı telaş
randevu verecek kız arkadaşım yok
sessiz oturuyorum Akman’da
cebimdeki iki lirayla dost bir boza söylüyorum
gencim, façam fena değil
insanları inceliyorum, onların duygularıyla yarenim
işte yaşamın en çıplak sinema perdesi
dışarıda kömür dumanı, otobüsler zincir takmışlar.
Vatandaşlarım!..
postahanenin önünde genç asker elime buruşuk bir mektup ve üç kuruş tutuşturuyor,
`ne olur bize yasakladılar anamın mektubunu benim için atar mısın gardaş?`
bir kenar mahalledeyim
boş arsalara bakıyorum, yer Batı Sitesi de olabilir, Üreğil de
dikenli arazinin dinginliğini izlerken hayranlıkla
Habip’in atöyesindeyim
iki eski dostla orta kahve içiyoruz
hayranlıkla izliyorum seyrek bitki örtüsünü
Ankara Radyosu’nda, ‘‘Hani yosun rengi gözlerin olacaktı senin’’ çalıyor
okkalı bir Ankara döneri yiyiyorum sonra
hafif çamurlu yollarda dolaşıyorum, dürüm tatlısı da vardı ama...
Samanpazarı galiba, işçiler geçiyor etrafımdan
parkalarının yakaları açık, aba gibi giyinmişler
yakaları kürklü ve dışarı kıvrılmış
seyyar kasetçide, ‘‘Fidayda da hanım kızlar fidayda’’çalıyor
Ankaragüçlü ‘‘Amigo Hüsnü’’ sahlep satıyor
Etnogtrafya müzesinin bahçesinde oturmuşum
Ankara’ya bakıyorum. Anıttepe, opera binası, radyo binası
ve ilk meclisimiz
baygınlaştırıcı havası, ürettiği sis ve ışıkları
kentin şavkı göğe vuruyor
ne kadar da yoğun, bir başkent burası, …
pasajların ismini unuttum. Soysal... Zafer...
TED kolejinden Kızılay meydanına doğru yürüyorum
beyaz çoraplı güzel kolej kızları görüyorum
göz göze gelemiyoruz, yürüyüşlerini seyrediyorum
bir kitabevinin önünden geçiyorlar
kareli diz altı etekler, saçları at kuyruk,
ne kadar da düşünceliler...
Güzeller...
Kızılay`dayım ve rengarenk ışıklar parlıyor ıslak kaldırımda
bir mağazanın en tepesinde bir kafe, oraya çıkıyorum
içtiğim çay sanırım, anımsayamıyorum
bir eski bayan dosta rastlıyorum. Merkez Bankası mı ne?
işe girmiş bir yerde, iki de çocuğu olmuş
ne kadar da kilo almış...
bir belediye otobüsündeyim
gece sondan ikinci Bussing, araba tenha
en arkada oturuyorum. Şoför gaza bastıkça basıyor
yırtık dişli sesleri geliyor vitesten
yollar boş, düşünen durakları atlıyoruz, bekleyen yok
camdan bakıyorum, Samsun yolu kavşağını geçiyoruz ve Ziraat Fakültesi, bodur binalar
tek tük üşüyen insanlar yürüyor kaldırımda, genç çiftler yok
Ankara bu, kavga gürültü. Tuzluçayır`da gençler çatışmış
bir baba cinnet getiriyor
bir öksüz çocuk hüngür hüngür ağlıyor
Tunalı’dan Kuğulu`ya doğru yürüyorum
Solda Tifanny ve az ileride Bimbo Hamburger
ve müzikler, John Travolta-Olivia Newton John
önümde iki genç el ele yürüyor
zaman zaman göz göze geliyorlar
niyetleri ciddi, gözlerinden okunuyor
ne kadar da genç ve umarsızlar
kız adımlarını fırlatırcasına sallıyor
oğlan kendi dudaklarını ısırarak elini sıkıyor kızın
büyük bir anayoldan,
yorgun kamyonlar dolu dolu geliyor
trafik bezgin
üstünde kırmızı mavi lamba yanan bir polis arabası
olay yerine intikal diyor
kentin ışıkları yanıp yanıp sönüyor tepelerde
ah fani dünya, ah yalan dünya
‘‘havar havar haaavar havar, gençliğim havaaaarrr....’’
Cem Güneş